SEVGİ.. Birine
sevginizin tümünü sunmak,
Asla sizi de ayni sekilde seveceginin garantisi degildir. Sevgiye karsilik beklemeyin; Sadece
sevginin karsidakinin kalbinde büyümesini bekleyin; fakat olmazsa da, sizin kalbinizde büyüdügüne emin olun.
Birine
çarpilmak için bir an yeterlidir, birinden hoslanmak bir saat, ve birini sevmek içinde bir gün yeterlidir, ama birini unutmak
ise bir ömür sürer.
Görünüse aldanmayin; kandirici olabilir. Zenginlige aldanmayin; yok olur gidebilir.
Sizi
güldüren birini seçin çünkü karanlik bir günü aydinlatan sey bir gülümsemedir.
Kalbinizi gülümsetebilen birini bulun.
Öyle
zamanlar vardir ki, bazen birini öylesine çok özlersiniz ki, onu hayallerinizden çikarip, gerçek hayatta kucaklamak istersiniz.
Hayal etmek istediginiz seyi hayal edin, gitmek istediginiz yere gidin, olmak istediginiz kisi olun, çünkü yasayabileceginiz
tek bir hayatiniz var,ve tüm bunlari yapabilmek için tek bir sansiniz.
Sizi tatli kilacak kadar yeterli mutlulugunuz
olsun, güçlü kilacak kadar aci deneyiminiz, insan kilacak kadar üzüntünüz, ve sizi mutlu kilmaya yetecek kadar umudunuz olsun.
Daima
kendinizi baskalarinin ayakkabilarina koyun.Eger ayaklariniz aciyorsa, o kisininkiler de aciyordur.
En mutlu kisiler,
herseyin en iyisine sahip olanlar degildir, onlar karsilarina çikan herseyin degerini en iyi bilenlerdir.
Mutluluk,
aglayanlar, incinenler, arastirma yapanlar, ve çabalayanlar için vardir, çünkü böyle insanlar hayatlarina giren her insanin
önemini takdir edenlerdir.
Ask bir gülücük ile baslar, bir öpücük ile gelisir, ve bir gözyasi ile son bulur.
En
parlak gelecek, unutulmus bir geçmisin üstünde yükselir, geçmisinizdeki kalp kirikliklarini ve hatalari silmezseniz hayatin
içinde ilerleme sansiniz olmaz.
Eski Bir Tapınaktaki Yazıt
Gürültü patırtının ortasında
sükunetle dolaş;
sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça
gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin
en iyi karşılık unutmak olsun.
Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
İçten
ol, telaşsız, kısa ve açık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver.
Aptal
ve cahil olduklarında zaman bile dinle onları.
Çünki dünyada herkesin anlatacak bir hikayesi vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya
çalış.
İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur.
Seveceğin
bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.
Olduğun
gibi görün ve göründüğün gibi ol.
Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
Çevrene önerilerde bulun ama
hükmetme.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Ve unutma ki,
insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri,
sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneceğinden
daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın. O çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.
O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bir bitkinin
sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu
sakın unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.
İlkinin acısı bir an, ötekinin
vicdan azabı ömür boyu sürer.
Bazı idealller o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile
zafer sayılır.
Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların
geçmesine öfkelenme.
Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.
Yapamayacağın
şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman,
yelkenlerini rüzgara göre ayarla.
Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla
değil,
gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da
hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.
Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi
kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları. Sen ağlarken
herkes sevinçle gülüşüyordu.
Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla
gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde, sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış
ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de güzeldir.
HAYALİ SEVGİLİYE MEKTUP
Sevgilim;
Uzun zamandır görüşemiyoruz.Ama
sensiz geçen her anım seni bendenuzaklaştıracağına,yakınlaştırıyor sanki.Kalbimde
senin bıraktığın boşlukları,kendi kendime hayallerle dolduruyorum.Yanımda olduğundan
çok daha fazla sevgim var şu anda sana.Çünkü hayallerimde kusursuzsun.Kavga yok.Kıskançlık yok.Paylaşamama
endişesi yok.Seni kaybetme korkusu yok.Sadece gülümseyen yüzlerle,birbirine sokulmuş sen ve ben varız.Tek amacımız
ise hayatıgüzelleştirmek ve huzur içinde yaşamak. Dün salondaki kanapede ayaklarımı uzatmış
kitap okurken senin yanımda olduğunu hayal ettim bir an.Bir köşede sen,diğer köşede ben oturuyoruz..Elinde
bir sürü kağıt var.İşle ilgili.Dikkatlice inceliyorsun onları.Sonra üşümüş ayaklarımı,bacaklarının
altına doğru itiyorum.Sen ise kağıtlardan gözünü ayırmadan,ayaklarımı ellerine alıp
ovalıyorsun,ısınsınlar diye.İkimizde hiç konuşmuyoruz. Sesini duymuyorum.Sadece bana dokunduğunu
hissediyorum.Ayaklarımın ısındığını hissediyorum.Sıcaklığın kalbime
kadar yükseldiğini.Ne zaman ki yüzüne dokunma hissim fazlalaşıyor,elimi sana uzatıyorum.Ve bir anda görüntün bulanıklaşıyor
ve kanapede bir başıma kalıyorum.O kadar gerçek bir hayaldi ki,ayrılmanın acısını
hala taşıyorum.
Sana daha önce hiç atları en az ejderhalar kadar sevdiğimi söylemişmiydim?İsim
maceramdan dolayı değil.Çok daha sonralara dayanan bir sevgi bu.Yağmur sonrası yapılan bir orman
gezisinde ortaya çıkan bir sevgi.Bugün sana söylediğim üzüm bahçesi ve limon ağacı babaannemin yazlık
evindeydi..Yani ayvalık Çamlık mevkii.Orda eski bir konağın yarısında biz kalırdık.Kuzenim
Banu da bizimle kalırdı her yaz.İki çocuğun müthiş bir hayal dünyasında gezdiğini düşün.Konağın
arkası ormanlıktı.Hemen çaprazında müthiş bir kuyu vardı.Çocukken bize oraya kurtuluş savaşı
sırasında yunan askerlerini attıklarını ve açlıktan birbirlerini yediklerini söylemişlerdi.
Korkardık ordan.Altımızda ormanda dolanırken muhakkak ihşaattan aşırdığımız
o büyük demir çubuklardan olurdu.Hayali atlarımızdı demirler bizim.Kimse kimsenin demirini almazdı.Gerçek
atmış gibi onları her zaman evin arkasındaki bir boşluğa özenle yerleştirirdik.İsimleri
bile vardı. Ama şimdi hatırlamıyorum. Her sabah düzenli olarak babaanneyle beraber kahvaltı sonrası
yürüyüşü yapardık.Bize ormanda bir sürü kurt ini gösterirdi.Çocukken yunanlı askerler seni korkutabiliyor ama
kurtlar veya ayılar sana ürkütücü gelmiyordu nedense.
Yağmur sonrası o güne kadar hayal gücümün sınırlarını
çocukça zorlayarak geçirdim o ormanda.Sonra o enfes kokulu orman yürüyüşünde sislerin içinden bana doğru koşarak
gelen bir tay gördüm.İkimiz bir ara göz göze geldik.Çocukça tarttık birbirimizi.Tam önümde durdu.Elimi ona uzattım
ve burnuna dokundum.Huysuzca geri çekti burnunu benden. Yelesini sağladı ve önümden uzaklaştı.Biraz ilerde
bana geri döndü ve gözlerimin içine baktı son kez. Arkasını dönüp dört nala uzaklaştı benden.Hayatım
boyunca bir daha bu kadar güzel bir ana sahip olamadım.Bazen onun ruhuna sahip olduğuma inanırım.Aynı
asilikle ve özgürlükle dolaştığımı ve boynumu aynı asillikle hep dik tuttuğumu.Bunu çok
nadir birileriyle paylaşırım.Genelde insanların akıllarına başka bir boyutta olduğum
izlenimi veriyor bu tür paylaşımlar.Yanlış anlamayacağına eminim.Ben sadece sophie nin dünyası
isimli romanda dediği gibi 'tavşanın tüylerinin arasında dolanmak yerine tüylere tırmanıp
dış dünyayı merakla inceleyen insanlar '' grubundan birisiyim. Hayatta yaşadığı her
anı başka bir gözlük camından seyretmeyi seven bir kadınım. Zannedersem şimdilik sana veda
etme vaktim geldi aşkım. Hayallerimdeki yerini burdan sana belirlenmez zaman aralıklarıyla aktaracağım.Her
mektupda benden bir anı ve seninle paylaşmayı hayal ettiğim bir an muhakkak olacak.Bu mektuplar asla
gerçek dünyayı sana göstermiyecek.Sen hayal olduğuna göre.Karşılığını da hayallerimle
alacaksın.
Sevildiğini bilerek uyu. Yazan : S İ N E M
İNSAN SEVDİĞİNİ GÖRMEDİĞİNDE... İnsan sevdiğini görmediğinde... "Tanrıyı
sevdiğim kadar severim seni" diyebilmek, böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi aşk? Peygamberler
bile tanrıya bir kere yüzünü göstermesi için yalvarırken, hiç görmeden de ruhunu bir başka ruha adamak
mı? Hayatın içinde, insanların sevmek için görmeye ihtiyaç duyduğuna şahit oluyoruz, kaybedişler unutuşları
da getiriyor, bir bedenin aracılığı olmadan bir ruha bağlılığımızı
çok sürdüremiyoruz, "tanrımız" olmuyor sevdiğimiz, imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün inançsızlar
gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt görmek istemeye çok yatkınız. Kıskançlıklarla, kuşkularla,
hesaplaşmalarla süren sancılı bir aşkın orta yerindeki bir sevişmeden sonra adam seviştikleri
odadan çıktığında başlayan bir hava bombardımanında ev isabet alıyor ve adamın
biraz önce geçtiği bölüm çöküyor. Daha iki dakika önce koynunuzda olan birinin yokolduğunu görüyorsunuz. O
korkunç anda kadın yaşadığı çaresizlik karşısında, aslında pek de inanmadığı
tanrıya sığınıyor. Dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor. - İnandır beni, diyor,
o yaşarsa sana inanacağım. Ona bir fırsat tanı. Bırak mutluluğuna sahip olsun. Bunu yap,
inanacağım sana. Ve tanrıyla bir pazarlığa oturup, en çok sevdiğini geri alabilmenin karşılığında
tanrıya en çok sevdiğini vermeyi öneriyor. Eğer biraz önce o kapıdan çıkan erkek yeniden
o kapıdan sağ olarak dönerse, o erkeği bir daha hiç görmeyeceğine söz veriyor tanrıya. "İnsanlar
birbirlerini görmeden de sevebilirler, değil mi" diyor, "seni hayatlarında bir kere bile görmeden seviyorlar." Kapı
açılıyor, kadının öldüğünü sandığı erkek içeri giriyor. Graham Green, "Zor Tercih"
isimli romanında, erkeğin dönüşünü gören kadının duygularını yalın bir dille anlatıyor. "O
anda Maurice girdi içeri. Yaşıyordu. İşte şimdi onsuz olmanın ıstırabı başlıyor
diye düşündüm ve yine kapının altında ölmüş yatıyor olmasını istedim." Kadın,
sevdiği erkeğe kavuşmuş ve onu kaybetmişti. Ve, onun yaşadığını gördüğü
anda, biraz önceki pazarlığın ağırlığını farkedip, "keşke ölseydi" diyordu. Bundan
sonra, bir insanı görmeden de sevmenin mümkün olup olmadığını öğrenecekti. Romandan yapılan
filmde, "tanrıyı görmeden seven insanların" birbirlerini de görmeden sevip sevemeyeceklerini iki sevgili
unutulması zor cümlelerle tartışıyordu. - İnsan sevdiğini görmediğinde aşk biter
mi? - Düşünsene tanrıyı bir kez bile görmedik ama onu seviyoruz. - Ama benimki o tür bir sevgi değil
Sarah. - Belki de başka bir tür sevgi yok Maurice. Aşk, bir insanı tanrıyı sever gibi sevmek
mi, onu görmeden ama onu hissederek onun varlığına bağlı kalmak mı? Bir dokunuşa,
bir bakışa, bir sese, bir işarete muhtaç olmadan, onu besleyecek bir bedene, bir vaade, bir ümide
ihtiyaç duymadan, tek başına da sürebilecek kadar güçlü bir sevgi mi aşk? "Sevmeye devam edebilmek için
onu görmeliyim" demeyecek kadar büyük bir iman, büyük bir bağlanma mı? Bir ruhun bir başka ruha sarılması
ve bu sarılışı bir bedene gerek duymadan da sürdürebilme mi? "Tanrıyı sevdiğim kadar
severim seni" diyebilmek, böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi aşk? Peygamberler
bile tanrıya bir kere yüzünü göstermesi için yalvarırken, hiç görmeden de ruhunu bir başka ruha adamak
mı? Hayatın içinde, insanların sevmek için görmeye ihtiyaç duyduğuna şahit oluyoruz, kaybedişler
unutuşları da getiriyor, bir bedenin aracılığı olmadan bir ruha bağlılığımızı
çok sürdüremiyoruz, "tanrımız" olmuyor sevdiğimiz, imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün inançsızlar
gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt görmek istemeye çok yatkınız. Ama, bence, sevgiyi ve aşkı
hayatımızın bu kadar önemli bir parçası kılan bu çabuk vazgeçişler değil; tanrıya
"onu yaşatırsan ben onu bir daha görmemeye bile razıyım, insanlar seni nasıl görmeden seviyorlarsa
ben de onu görmeden sevebilirim" diyebilen birilerinin varlığına inanmamız. "Belki de sevmenin başka
türü yoktur" diyen birilerinin romanların, filmlerin arasında dolaşması ve bizim o insanları
hayatta da bulacağımıza dair ümidimiz, bizi aşka doğru çeken. Böyle bir ümidimiz olduğu
için şiirler, romanlar yazıyor, böyle bir ümidimiz olduğu için şiirler, romanlar okuyoruz. Neredeyse
bütün hayatını kendi inancıyla dövüşerek geçiren Graham Greene'in, "tanrıyı görmeden seviyorlar,
ben de onu görmeden severim" diyen bir satırı yazması bize aşkın çekiciliğini yaşatan. Bu
satırı okumak, bunun gerçek olabileceğine inanmak, bu hayali benimsemek, bizim sıradan hayatımızı,
bizim yaşadığımızdan daha renkli, daha çekici, daha heyecanlı kılan. Hiç rastlamasanız
da, "bir insanı sevmenin bir tanrıyı sevmek gibi bir şey olduğunu" yazan birinin varlığı, sizi,
bunu söyleyebilecek birinin varlığına da inandırır ve o inançtır, bence, sizin hayatınıza
mana katan. Aynen, "tanrıyı görmeden sevmek" gibi, siz de bir insanın başka bir insanı hiç
görmeden sevebileceğine o insana hiç rastlamadan inandığınızda, romanların size vaadettiği
o kutsal topraklara girmek için, o toprakların sınırlarında içiniz ürpererek dolaşmaya başlarsınız. Birisi
tarafından öyle sevilmek istersiniz. Ve, birisini öyle sevmek. Ancak o zaman, gerçek bir mümin gibi, çekilecek
olan acıları değil, bir tanrısı olan bir kainatta yaşamanın mucizesini farkedersiniz. Acı
dolu, isyan dolu bir mucize. "Keşke inanmasaydım" dedirtecek, "keşke onu böyle sevmeseydim" dedirtecek
bir mucize. Ama bütün acısına, bütün kederine, bütün yalnızlığına rağmen vazgeçilmeyecek
bir mucize. O mucizeyi görenlerin ondan kolay kolay kopabileceklerini sanmam. İnsanların bütün nankörlüklerine,
alaylarına, horgörmelerine, inanmamalarına karşın tek başına kendi inancıyla yaşayan,
kendi inancının yüceliğinde diğer insanların zavallılığını, yetersizliğini, aşksızlığını görüp,
onlar için üzülen ve kendi sevgisine sıkı sıkıya tutunan bir ahir zaman peygamberi gibi, başkalarına
bomboş gözüken bir çölde, o çölün boş olmadığını hissederek yürürsünüz. Sizin bu yürüyüşünüz,
bir gün bir romanda ya da bir yazıda bir satıra dönüştüğünde, sizinle alay eden nice insanın
çorak ve loş hayatına sizin hayatınızdan bir ümit ve ışık sızar. Büyük bir ödülün
ve büyük bir cezanın sahibisinizdir. Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek bir güçle ödüllendirilmiş... Bir
insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek kadar güçlü olduğunuz için de cezalandırılmışsınızdır. İnsanlar
tanrıyı görmeden seviyorlar. Ama tanrıya inananların çoğu, bir insanın bir başka insanı
hiç görmeden sevmeyi sürdürebileceğine inanmıyor. Ben, tanrıya inanan Graham Green'e inanıyorum,
"bir insan başka bir insanı hiç görmeden de sevmeyi" sürdürür. Benim inancımı paylaşanlar,
bir gün öyle sevmeyi ve öyle sevilmeyi bekleyecekler, bu inanç, onların içine kapatıldıkları küçük
hayatların sınırlarını yıkıp, onları vaadedilmiş hayallere taşıyacak. Bir
gün biri onlara diyecek ki: - Belki de başka tür bir sevgi yok Maurice
BIRTANEM.!KAR TANEM..!NUR TANEM..!!!
Bir sözcük arıyorum,sana seni anlatan. İçinde sevdam yüklü,ama yanlız kumrudan, Ruhumu
anlatmaya,yetmiyor lüğatlar, Tek tesellim abuk sabuk,bu karalamalar, Anamın göz yaşı,karımın
sevdası kadar. Neler vermezdim neler,bu sevda uğrunda, Ey gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye, Merak etme,ben
hepseni seveceğim.BİRTANEM. *********** Kar yağıyor ruhuma,ağustos onbeşte,kar! Anlamadım
nedir yarap,beni böyle yaralar. Rabbımsın,sığındım sana,gösterme karalar. Taptığım
sen,Resul sevgilim, göz nurum Betül, Ayırma ALLAHIM gönlümü gönlünden, Neden niçin sualinde inliyor gök kubbe, Ey
gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye, Merak etme ben hep seni seveceğim,KARTANEM. ********** Ne olur kırılma
bana,sözüm de duramassam. Utanırım,yüzüme vurma sakın ben deli kanlıyım. Ruyalarımdasın
gece,gündüzün düşüm, Tatı papağan gibi,zihnimde hece hece adın. Anladım yapamaya bilirim,sensiz
hayatı, Ey gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye merak etme,ben hep seni seveceğim,NURTANEM. DEĞİŞMEM
SENİ GÖNLÜME KURULMUŞ CEHENNENNEM OLSAN YANARIM YİNEDE TERKETMEM SENİ YIKSAN BİLE DÜNYAMI
YERLE BİR ETSEN EN GÜZEL CENNETE DEĞİŞMEM SENİ
|