SiZiN SAYFANIZ

ANASAYFA
KOYUMUZ
iLiMiZ MALATYA
iLÇEMiZ DOGANSEHiR
RESiM ALBUMU
iLETiSiM
RADYO
SiZiN SAYFANIZ

SEVGİ..
Birine sevginizin tümünü sunmak,

Asla sizi de ayni sekilde seveceginin garantisi degildir. Sevgiye karsilik beklemeyin; Sadece sevginin karsidakinin kalbinde büyümesini bekleyin; fakat olmazsa da, sizin kalbinizde büyüdügüne emin olun.

Birine çarpilmak için bir an yeterlidir, birinden hoslanmak bir saat, ve birini sevmek içinde bir gün yeterlidir, ama birini unutmak ise bir ömür sürer.

Görünüse aldanmayin; kandirici olabilir. Zenginlige aldanmayin; yok olur gidebilir.

Sizi güldüren birini seçin çünkü karanlik bir günü aydinlatan sey bir gülümsemedir.

Kalbinizi gülümsetebilen birini bulun.

Öyle zamanlar vardir ki, bazen birini öylesine çok özlersiniz ki, onu hayallerinizden çikarip, gerçek hayatta kucaklamak istersiniz.

Hayal etmek istediginiz seyi hayal edin, gitmek istediginiz yere gidin, olmak istediginiz kisi olun, çünkü yasayabileceginiz tek bir hayatiniz var,ve tüm bunlari yapabilmek için tek bir sansiniz.

Sizi tatli kilacak kadar yeterli mutlulugunuz olsun, güçlü kilacak kadar aci deneyiminiz, insan kilacak kadar üzüntünüz, ve sizi mutlu kilmaya yetecek kadar umudunuz olsun.

Daima kendinizi baskalarinin ayakkabilarina koyun.Eger ayaklariniz aciyorsa, o kisininkiler de aciyordur.

En mutlu kisiler, herseyin en iyisine sahip olanlar degildir, onlar karsilarina çikan herseyin degerini en iyi bilenlerdir.

Mutluluk, aglayanlar, incinenler, arastirma yapanlar, ve çabalayanlar için vardir, çünkü böyle insanlar hayatlarina giren her insanin önemini takdir edenlerdir.

Ask bir gülücük ile baslar, bir öpücük ile gelisir, ve bir gözyasi ile son bulur.

En parlak gelecek, unutulmus bir geçmisin üstünde yükselir, geçmisinizdeki kalp kirikliklarini ve hatalari silmezseniz hayatin içinde ilerleme sansiniz olmaz.

Eski Bir Tapınaktaki Yazıt



Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş;

sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.

Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.

İçten ol, telaşsız, kısa ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver.

Aptal ve cahil olduklarında zaman bile dinle onları.

Çünki dünyada herkesin anlatacak bir hikayesi vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.

İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.

Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.

İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.


Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri,

sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneceğinden daha fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın. O çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.

O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bir bitkinin

sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu sakın unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.

İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı ömür boyu sürer.

Bazı idealller o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.


Yılların geçmesine öfkelenme.

Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla.

Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil,

gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.

Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları. Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.

Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde, sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de güzeldir.


HAYALİ SEVGİLİYE MEKTUP

Sevgilim;

Uzun zamandır görüşemiyoruz.Ama sensiz geçen her anım seni bendenuzaklaştıracağına,yakınlaştırıyor sanki.Kalbimde senin bıraktığın boşlukları,kendi kendime hayallerle dolduruyorum.Yanımda olduğundan çok daha fazla sevgim
var şu anda sana.Çünkü hayallerimde kusursuzsun.Kavga yok.Kıskançlık yok.Paylaşamama endişesi yok.Seni kaybetme korkusu yok.Sadece gülümseyen yüzlerle,birbirine sokulmuş sen ve ben varız.Tek amacımız ise hayatıgüzelleştirmek ve huzur içinde yaşamak.
Dün salondaki kanapede ayaklarımı uzatmış kitap okurken senin yanımda olduğunu hayal ettim bir an.Bir köşede sen,diğer köşede ben oturuyoruz..Elinde bir sürü
kağıt var.İşle ilgili.Dikkatlice inceliyorsun onları.Sonra üşümüş
ayaklarımı,bacaklarının altına doğru itiyorum.Sen ise kağıtlardan gözünü ayırmadan,ayaklarımı ellerine alıp ovalıyorsun,ısınsınlar diye.İkimizde hiç konuşmuyoruz. Sesini duymuyorum.Sadece bana dokunduğunu hissediyorum.Ayaklarımın ısındığını hissediyorum.Sıcaklığın kalbime kadar yükseldiğini.Ne zaman ki yüzüne dokunma hissim fazlalaşıyor,elimi sana uzatıyorum.Ve bir anda görüntün
bulanıklaşıyor ve kanapede bir başıma kalıyorum.O kadar gerçek bir hayaldi ki,ayrılmanın acısını hala taşıyorum.

Sana daha önce hiç atları en az ejderhalar kadar sevdiğimi söylemişmiydim?İsim maceramdan dolayı değil.Çok daha sonralara dayanan bir sevgi bu.Yağmur sonrası yapılan bir orman gezisinde ortaya çıkan bir sevgi.Bugün sana
söylediğim üzüm bahçesi ve limon ağacı babaannemin yazlık evindeydi..Yani ayvalık Çamlık mevkii.Orda eski bir konağın yarısında biz kalırdık.Kuzenim Banu da bizimle kalırdı her yaz.İki çocuğun müthiş bir hayal dünyasında gezdiğini
düşün.Konağın arkası ormanlıktı.Hemen çaprazında müthiş bir kuyu vardı.Çocukken bize oraya kurtuluş savaşı sırasında yunan askerlerini attıklarını ve açlıktan birbirlerini yediklerini söylemişlerdi. Korkardık ordan.Altımızda ormanda dolanırken muhakkak ihşaattan aşırdığımız o büyük demir çubuklardan olurdu.Hayali atlarımızdı demirler bizim.Kimse kimsenin
demirini almazdı.Gerçek atmış gibi onları her zaman evin arkasındaki bir boşluğa özenle yerleştirirdik.İsimleri bile vardı. Ama şimdi hatırlamıyorum.
Her sabah düzenli olarak babaanneyle beraber kahvaltı sonrası yürüyüşü yapardık.Bize ormanda bir sürü kurt ini gösterirdi.Çocukken yunanlı askerler seni korkutabiliyor ama kurtlar veya ayılar sana ürkütücü gelmiyordu nedense.

Yağmur sonrası o güne kadar hayal gücümün sınırlarını çocukça zorlayarak geçirdim o ormanda.Sonra o enfes kokulu orman yürüyüşünde sislerin içinden bana doğru koşarak gelen bir tay gördüm.İkimiz bir ara göz göze geldik.Çocukça
tarttık birbirimizi.Tam önümde durdu.Elimi ona uzattım ve burnuna dokundum.Huysuzca geri çekti burnunu benden. Yelesini sağladı ve önümden uzaklaştı.Biraz ilerde bana geri döndü ve gözlerimin içine baktı son kez. Arkasını dönüp dört nala uzaklaştı benden.Hayatım boyunca bir daha bu kadar
güzel bir ana sahip olamadım.Bazen onun ruhuna sahip olduğuma inanırım.Aynı asilikle ve özgürlükle dolaştığımı ve boynumu aynı asillikle hep dik tuttuğumu.Bunu çok nadir birileriyle paylaşırım.Genelde insanların akıllarına
başka bir boyutta olduğum izlenimi veriyor bu tür paylaşımlar.Yanlış anlamayacağına eminim.Ben sadece sophie nin dünyası isimli romanda dediği gibi
 'tavşanın tüylerinin arasında dolanmak yerine tüylere tırmanıp dış dünyayı merakla inceleyen insanlar '' grubundan birisiyim.
Hayatta yaşadığı her anı başka bir gözlük camından seyretmeyi seven bir kadınım.
Zannedersem şimdilik sana veda etme vaktim geldi aşkım. Hayallerimdeki yerini burdan sana belirlenmez zaman aralıklarıyla aktaracağım.Her mektupda benden bir
anı ve seninle paylaşmayı hayal ettiğim bir an muhakkak olacak.Bu mektuplar asla gerçek dünyayı sana göstermiyecek.Sen hayal olduğuna göre.Karşılığını da
hayallerimle alacaksın.

Sevildiğini bilerek uyu.
Yazan : S İ N E M

İNSAN SEVDİĞİNİ GÖRMEDİĞİNDE...
İnsan sevdiğini görmediğinde...
"Tanrıyı sevdiğim kadar severim seni" diyebilmek,
böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi
aşk?
Peygamberler bile tanrıya bir kere yüzünü göstermesi
için yalvarırken, hiç görmeden de ruhunu bir başka
ruha adamak mı? Hayatın içinde, insanların sevmek
için
görmeye ihtiyaç duyduğuna şahit oluyoruz, kaybedişler
unutuşları da getiriyor, bir bedenin aracılığı
olmadan
bir ruha bağlılığımızı çok sürdüremiyoruz, "tanrımız"
olmuyor sevdiğimiz, imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün
inançsızlar gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt
görmek istemeye çok yatkınız.
Kıskançlıklarla, kuşkularla, hesaplaşmalarla süren
sancılı bir aşkın orta yerindeki bir sevişmeden sonra
adam seviştikleri odadan çıktığında başlayan bir hava
bombardımanında ev isabet alıyor ve adamın biraz önce
geçtiği bölüm çöküyor.
Daha iki dakika önce koynunuzda olan birinin
yokolduğunu görüyorsunuz.
O korkunç anda kadın yaşadığı çaresizlik karşısında,
aslında pek de inanmadığı tanrıya sığınıyor.
Dizlerinin üstüne çöküp yalvarıyor.
- İnandır beni, diyor, o yaşarsa sana inanacağım. Ona
bir fırsat tanı. Bırak mutluluğuna sahip olsun. Bunu
yap, inanacağım sana.
Ve tanrıyla bir pazarlığa oturup, en çok sevdiğini
geri alabilmenin karşılığında tanrıya en çok
sevdiğini
vermeyi öneriyor.
Eğer biraz önce o kapıdan çıkan erkek yeniden o
kapıdan sağ olarak dönerse, o erkeği bir daha hiç
görmeyeceğine söz veriyor tanrıya.
"İnsanlar birbirlerini görmeden de sevebilirler,
değil
mi" diyor, "seni hayatlarında bir kere bile görmeden
seviyorlar."
Kapı açılıyor, kadının öldüğünü sandığı erkek içeri
giriyor.
Graham Green, "Zor Tercih" isimli romanında, erkeğin
dönüşünü gören kadının duygularını yalın bir dille
anlatıyor.
"O anda Maurice girdi içeri. Yaşıyordu. İşte şimdi
onsuz olmanın ıstırabı başlıyor diye düşündüm ve yine
kapının altında ölmüş yatıyor olmasını istedim."
Kadın, sevdiği erkeğe kavuşmuş ve onu kaybetmişti.
Ve, onun yaşadığını gördüğü anda, biraz önceki
pazarlığın ağırlığını farkedip, "keşke ölseydi"
diyordu.
Bundan sonra, bir insanı görmeden de sevmenin mümkün
olup olmadığını öğrenecekti.
Romandan yapılan filmde, "tanrıyı görmeden seven
insanların" birbirlerini de görmeden sevip
sevemeyeceklerini iki sevgili unutulması zor
cümlelerle tartışıyordu.
- İnsan sevdiğini görmediğinde aşk biter mi?
- Düşünsene tanrıyı bir kez bile görmedik ama onu
seviyoruz.
- Ama benimki o tür bir sevgi değil Sarah.
- Belki de başka bir tür sevgi yok Maurice.
Aşk, bir insanı tanrıyı sever gibi sevmek mi, onu
görmeden ama onu hissederek onun varlığına bağlı
kalmak mı?
Bir dokunuşa, bir bakışa, bir sese, bir işarete
muhtaç
olmadan, onu besleyecek bir bedene, bir vaade, bir
ümide ihtiyaç duymadan, tek başına da sürebilecek
kadar güçlü bir sevgi mi aşk?
"Sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim"
demeyecek kadar büyük bir iman, büyük bir bağlanma
mı?
Bir ruhun bir başka ruha sarılması ve bu sarılışı bir
bedene gerek duymadan da sürdürebilme mi?
"Tanrıyı sevdiğim kadar severim seni" diyebilmek,
böylesine korkunç bir bağlılığa rıza göstermek mi
aşk?
Peygamberler bile tanrıya bir kere yüzünü göstermesi
için yalvarırken, hiç görmeden de ruhunu bir başka
ruha adamak mı?
Hayatın içinde, insanların sevmek için görmeye
ihtiyaç
duyduğuna şahit oluyoruz, kaybedişler unutuşları da
getiriyor, bir bedenin aracılığı olmadan bir ruha
bağlılığımızı çok sürdüremiyoruz, "tanrımız" olmuyor
sevdiğimiz, imanımızı çabuk kaybetmeye, bütün
inançsızlar gibi sevgimizin sürmesi için bir kanıt
görmek istemeye çok yatkınız.
Ama, bence, sevgiyi ve aşkı hayatımızın bu kadar
önemli bir parçası kılan bu çabuk vazgeçişler değil;
tanrıya "onu yaşatırsan ben onu bir daha görmemeye
bile razıyım, insanlar seni nasıl görmeden
seviyorlarsa ben de onu görmeden sevebilirim"
diyebilen birilerinin varlığına inanmamız.
"Belki de sevmenin başka türü yoktur" diyen
birilerinin romanların, filmlerin arasında dolaşması
ve bizim o insanları hayatta da bulacağımıza dair
ümidimiz, bizi aşka doğru çeken.
Böyle bir ümidimiz olduğu için şiirler, romanlar
yazıyor, böyle bir ümidimiz olduğu için şiirler,
romanlar okuyoruz.
Neredeyse bütün hayatını kendi inancıyla dövüşerek
geçiren Graham Greene'in, "tanrıyı görmeden
seviyorlar, ben de onu görmeden severim" diyen bir
satırı yazması bize aşkın çekiciliğini yaşatan.
Bu satırı okumak, bunun gerçek olabileceğine inanmak,
bu hayali benimsemek, bizim sıradan hayatımızı, bizim
yaşadığımızdan daha renkli, daha çekici, daha
heyecanlı kılan.
Hiç rastlamasanız da, "bir insanı sevmenin bir
tanrıyı
sevmek gibi bir şey olduğunu" yazan birinin varlığı,
sizi, bunu söyleyebilecek birinin varlığına da
inandırır ve o inançtır, bence, sizin hayatınıza mana
katan.
Aynen, "tanrıyı görmeden sevmek" gibi, siz de bir
insanın başka bir insanı hiç görmeden sevebileceğine
o
insana hiç rastlamadan inandığınızda, romanların size
vaadettiği o kutsal topraklara girmek için, o
toprakların sınırlarında içiniz ürpererek dolaşmaya
başlarsınız.
Birisi tarafından öyle sevilmek istersiniz.
Ve, birisini öyle sevmek.
Ancak o zaman, gerçek bir mümin gibi, çekilecek olan
acıları değil, bir tanrısı olan bir kainatta
yaşamanın
mucizesini farkedersiniz.
Acı dolu, isyan dolu bir mucize.
"Keşke inanmasaydım" dedirtecek, "keşke onu böyle
sevmeseydim" dedirtecek bir mucize.
Ama bütün acısına, bütün kederine, bütün yalnızlığına
rağmen vazgeçilmeyecek bir mucize.
O mucizeyi görenlerin ondan kolay kolay
kopabileceklerini sanmam.
İnsanların bütün nankörlüklerine, alaylarına,
horgörmelerine, inanmamalarına karşın tek başına
kendi
inancıyla yaşayan, kendi inancının yüceliğinde diğer
insanların zavallılığını, yetersizliğini,
aşksızlığını
görüp, onlar için üzülen ve kendi sevgisine sıkı
sıkıya tutunan bir ahir zaman peygamberi gibi,
başkalarına bomboş gözüken bir çölde, o çölün boş
olmadığını hissederek yürürsünüz.
Sizin bu yürüyüşünüz, bir gün bir romanda ya da bir
yazıda bir satıra dönüştüğünde, sizinle alay eden
nice
insanın çorak ve loş hayatına sizin hayatınızdan bir
ümit ve ışık sızar.
Büyük bir ödülün ve büyük bir cezanın sahibisinizdir.
Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek bir
güçle ödüllendirilmiş...
Bir insanı bir tanrıyı sever gibi sevebilecek kadar
güçlü olduğunuz için de cezalandırılmışsınızdır.
İnsanlar tanrıyı görmeden seviyorlar.
Ama tanrıya inananların çoğu, bir insanın bir başka
insanı hiç görmeden sevmeyi sürdürebileceğine
inanmıyor.
Ben, tanrıya inanan Graham Green'e inanıyorum, "bir
insan başka bir insanı hiç görmeden de sevmeyi"
sürdürür.
Benim inancımı paylaşanlar, bir gün öyle sevmeyi ve
öyle sevilmeyi bekleyecekler, bu inanç, onların içine
kapatıldıkları küçük hayatların sınırlarını yıkıp,
onları vaadedilmiş hayallere taşıyacak.
Bir gün biri onlara diyecek ki:
- Belki de başka tür bir sevgi yok Maurice

 
 
BIRTANEM.!KAR TANEM..!NUR TANEM..!!!
Bir sözcük arıyorum,sana seni anlatan.
İçinde sevdam yüklü,ama yanlız kumrudan,
Ruhumu anlatmaya,yetmiyor lüğatlar,
Tek tesellim abuk sabuk,bu karalamalar,
Anamın göz yaşı,karımın sevdası kadar.
Neler vermezdim neler,bu sevda uğrunda,
Ey gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye,
Merak etme,ben hepseni seveceğim.BİRTANEM.
***********
Kar yağıyor ruhuma,ağustos onbeşte,kar!
Anlamadım nedir yarap,beni böyle yaralar.
Rabbımsın,sığındım sana,gösterme karalar.
Taptığım sen,Resul sevgilim, göz nurum Betül,
Ayırma ALLAHIM gönlümü gönlünden,
Neden niçin sualinde inliyor gök kubbe,
Ey gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye,
Merak etme ben hep seni seveceğim,KARTANEM.
**********
Ne olur kırılma bana,sözüm de duramassam.
Utanırım,yüzüme vurma sakın ben deli kanlıyım.
Ruyalarımdasın gece,gündüzün düşüm,
Tatı papağan gibi,zihnimde hece hece adın.
Anladım yapamaya bilirim,sensiz hayatı,
Ey gönül dönmüyor,gelmiyor giden geriye
merak etme,ben hep seni seveceğim,NURTANEM.
DEĞİŞMEM SENİ
GÖNLÜME KURULMUŞ CEHENNENNEM OLSAN
YANARIM YİNEDE TERKETMEM SENİ
YIKSAN BİLE DÜNYAMI YERLE BİR ETSEN
EN GÜZEL CENNETE DEĞİŞMEM SENİ

Enter supporting content here